4 yaşındayım. Annem ve babam çalıştıkları için beni okula yazdırdılar. Okulun ilk günü, bana hiçbir açıklama yapmadan, beni tüm gün tanımadığım insanlarla dolu bir sınıfın içine bırakıp gittiler. Sınıfın kapısının önünde tüm gün ağladığımı hatırlıyorum. Ağlamamla kimse ilgilenmemişti. Annem ve babam da ilgilenmiyordu ki. Ağlamam asla kabul görmezdi. Beni kimse sevmiyor muydu? Değersiz miydim ben?
Az ama sık sık yemek yiyen bir çocuktum. Az yemem asla kabul görmezdi. Mutlaka tabağımdakini bitirmem gerekirdi. Arkamdan ağlardı yoksa yemekler. Kocaman açılmış gözler ve ağızlar karşısında sıkışmış hissederdim. Tok olduğumu hissediyordum, ama doymadığımı söylüyorlardı. Asla kabul etmezlerdi.Kime inanacaktım ben? Kendi iç sesime mi, onların sesine mi? Üzerime döktüğüm için de kendi kendime yememe izin verilmezdi. Ben, beceriksiz miydim?
Resim yapmayı çok severdim. Güneşi pembeye, maviye, yeşile boyamak çok hoşuma giderdi. Rengarenk. Yetişkinler ise güneş sarı olur der, kağıdımıburuşturur atarlar ve yeniden yapmamı isterlerdi. Güneş sarı olurdu, rengarenk değil. Asla kabul etmezlerdi. O kadar üzülürdüm ki, belli edemezdim. Ben kesin beceriksizdim ve ne istediğimin hiçbir önemi yoktu.
Karanlıktan korkardım. Canavarlar, hırsızlar gelecekmiş gibi hissederdim. Ama “bunda korkulacak ne var” dediler bana hep. Bir keresinde de ayağım taşa takılıp düşmüştüm. Canım çok acımıştı, ağlamıştım. Sonra bir gün hasta olmuştum, kan alacaklardı benden. İğneden çok korkmuştum, canım acımıştı. Her seferinde canımın acımadığını söylediler. Asla kabul etmediler. Ben kime inanacaktım? Kendi iç sesime mi, yoksa onlara mı?
Çok güzel saçlarım olduğunu söylerdi arkadaşlarım. Uzun, upuzun saçlarım olsun çok istedim. Ama izin vermediler. Yıkaması, kuruması daha rahat olur diye saçlarımı hep kısacık kestirdiler.
Renkli elbiselerim olsun çok istedim. Beğendiğim elbiseleri giymek hayaldi benim için. Ya onların istediklerini alacaktım ya da elim boş dönecektim eve. İsteklerimi asla görmediler.
Beni gerçekten tanımalarını isterdim; öz’ümügörebilmelerini. Olduğum halime saygı duymalarını.Duygularımdan beni korumamalarını. Onların istediği halimle değil, olduğum halimle kabul edip sevmelerini isterdim. Sevmeleri de yetmezdi, bunu hissettirmelerini ve en çok da hissetmeyi isterdim. Nasıl yapacaklardı bunu? Gözlerime bakıp beni dinleyerek, duygularımı anlayarak, hiçbir neden olmadan bana sımsıkı sarılarak, benimle oyun oynayarak, saçlarımı okşayarak, masallar anlatarak, benimle gerçekten eğlenerek, koşul koymadan konuşarak, sadece başarılı olduğumda ya da onların istediği gibi davrandığımda değil, her zaman sevgilerini hissettirerek…
Ah, güzel çocuk. Sen aslında hepimizin içindesin. Duygularının görülmediği, sesinin duyulmadığı, isteklerine ve ihtiyaçlarına değer verilmediği topraklardasın. Orası öyle bir toprak ki arkadaşlarınla oynarken elinden oynadığın oyuncağın bir anda çekilmesine sessiz kalırdın, yemeğin kokusu mideni bulandırmasına rağmen zorlardın kendini, kitap çalışmalarında hata yapmaktan endişe ederdin. Anneni yanında istediğinde ağlayamazdın, sarılmaya ihtiyaç duyduğunda dile getiremezdin, tok olsan bile kendini yemek yemeğe zorlardın, ne istiyorsun neye ihtiyacın var kendi iç sesini duyamazdın, haksızlığa haksızlık diyemezdin, bilmezdin çünkü. Sen kimdin, kim oldun? Öz’ünü, değerini nerede nasıl kaybettin?
Aslında sen, bir “ötekinin zihnindeki sen’e” göre hareket etmeyi öğrendin, öğrettiler. Öz’ünü aldılar senden. Ve en sonunda senden “öz güvenli bir çocuk” olmanı beklediler. Olamadın. İzin vermediler. Farkında değildiler.
Tek ihtiyacın kabul görmekti. Kendi iç sesine inanabilmek. Kendi hislerine güvenebilmek. İşte o zaman öz’ünü bulabilecek, kendin olabilecektin.“Öz” ve “güvenli” olabilecektin.
Her ebeveyn çocuğunu sever. Biliyor musunuz, bir insanı severken de zarar veririz; kendisi olmasına izin vermeyerek, onun yerine düşünerek, onun yerine yaparak, onu her şeyden korumaya çalışarak, zorlayıcı duyguları hissetmesine izin vermeyerek.
Korkmadan korkmak, korkmadan üzülmek, korkmadan mutlu olabilmektir belki de tüm bu öz güven meselesi. Önce yetişkin olarak ben korkmayacağım duygularımdan, hak göreceğim kendime hissetmeyi ki çocuğum da beni modellesin. Üzüntüsüne, korkusuna, çaresizliğine, mutluğuna, neşesine sahip çıkabilsin. Tüm duyguları hissetmeye hakkı olduğunu bilebilsin. Duygunun iyisi kötüsü olmaz, normali anormali olmaz. Öz güven buradan kaynak alır. Ne güzel ve ne zor bir kaynak. Bu kaynağı çocuklarımızın elinden almayalım canım ebeveynler. Bu kaynağı besleyen en önemli şey nedir peki? Önce kendimizin kendimizle olan ilişkisidir. Kendime nasıl davranıyorum? İhtiyaçlarımın farkında mıyım? Ne istiyorum, nasıl hissediyorum, neye ihtiyacım var farkında mıyım? Talep edebiliyor muyum? Kendimizle olan ilişki örüntümüz, eşimizle ve çocuklarımızla olan ilişkimizin de temelinde.
Çocuğum doyduğunu söylerken onu zorlamam neden?
Bu benimle ilgili ne söylüyor?
Neden onu zorlamaya ihtiyaç duyuyorum?
Kendi kendine yemeğini yiyebilen çocuğumu neden hala ben besliyorum?
Üzerini çıkarıyor, odasını ben topluyorum?
Neden çocuğumun benden bağımsızlaşmasına, bağımsız bir birey olmasına izin veremiyorum?
Sorular kolay, cevaplar zor. Cevapları bulabildiğimizde, ebeveynlik tarzımız da değişecek. Kolaylaşacak belki de her şey. Bu yüzden her zaman şunu savunurum; bir ebeveynin çocuğuna verebileceği en güzel hediye kendini fark edebilmesi ve hissetmekten korkmamayı deneyimleyebilmesidir. Kendi hikayemizin kahramanı olabildiğimizde, kontrol edebildiklerimiz ve edemeyeceklerimiz arasındaki farkı özümsediğimizde, çocuklarımızdan olan beklentilerimize daha sağlıklı bir yerden bakabileceğimize inanıyorum. Öz güvenli olsun istiyorum çocuğumun, peki ben neresindeyim bu sürecin? Ne yaparak ya da yapmayarak katkı sağlarım onun sağlıklı büyümesine? Ne güzel sorular bunlar. Hadi, siz de sorun. Sormaya cesaret edin.
Cesaretle düşünün; ben kendimi gerçekten seviyor muyum?
Öz güven, öz’ünü sevebilmektir. Kendini sevebilen insan; istek ve ihtiyaçlarının farkında olan ve dile getirebilendir, hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeylerin farkında olan ve sağlıklı sınırlar koyabilendir, kendisini önceliklendirdiği için suçluluk hissetmeyen, kendisini cesaretlendiren, kendisi için molalar verebilendir, ihtiyaç duyduğunda arkadaşlarından destek alabilen ve ihtiyaç halinde destek verebilendir, hatalarına tolerans gösterebilen, yaşamdaki alma-verme dengesini kurabilendir.
Ebeveynliğini, eş olmayı, öz’ünü seviyor musun?
Şimdi sıra çocuğuna kulak vermede. Dinle bak sana ne diyor?
“Öz’üm değer gördüğünde, güvenim gelecek.”